İstanbul'un Avrupa Yakasında bulunan ve Fatih ilçesine bağlı 57 mahalleden biri olan
Sultanahmet, tarihi yarımadanın en uç noktasında yer alır. Sultan Ahmet Cami ve
Ayasofya başta olmak üzere bir çok tarihi eseri bünyesinde bulunduran bu önemli mahallenin sınırlarına bakıldığında kuzeyinde Binbirdirek, batısında Küçükayasofya, doğusunda Cankurtaran mahalleleri ve doğusunda ise İstanbul Boğazı bulunmaktadır.
Lafı çok fazla uzatmadan
Sultanahmet gezilecek yerler listemiz hakkındaki detayları inceleyelim.
Gotlar Sütunu
Topkapı Sarayı’nın dış bahçeleri sayılan Gülhane Parkı’nın Sarayburnu girişinde bulunan sütun.
4. yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Sütunun yüksekliği 15 metredir. Kaidesi üç basamak üzerine oturmaktadır. Gövdesi yekpare mavi damarlı mermerden oluşur ve Korinthos üslubunda bir başlığı vardır. Bu başlığın bir yanında bir kartal kabartması bulunmaktadır.
Gotlar Sütunu, kaidesindeki Latince yazıttan (Fortunae reduci ob devictos Gathos) anlaşıldığı üzere, Gotlar'a karşı kazanılan bir zafer anısına dikilmiştir.Gülhane Parkı
Topkapı Sarayı ile Sarayburnu arasında yer alan, Topkapı Sarayı’nın dış bahçeleri olarak kabul gören park.
Dört yüzyıl boyunca Topkapı Sarayı’nın dış bahçesi olarak kullanılmıştır. Bu bahçe İstanbul Şehremini Doktor Cemil Topuzlu döneminde (1912-1914 / 1919-1920) parka dönüştürülmüştür.
Gülhane Parkı yaklaşık 100 dönümlük bir alana yayılmıştır. Parkın ortasından geçen yolun iki yanında çay bahçeleri ve çocuk parkları bulunmaktadır.
1839 yılında Tanzimat Fermanı Gülhane Parkı'nda okunmuştur. Ayrıca, burası Atatürk'ün Latin harflerini halka gösterdiği ilk yerdir.Cağaloğlu Hamamı
Eminönü, Kazım İsmail Gürkan Caddesi üzerinde bulunan barok üslubunda inşa edilmiş hamam.
Kimi kaynaklar yapının 16. yüzyılda Cığalzade Yusuf Sinan Paşa (1547-1605) tarafından yaptırıldığını, kimi kaynaklarda 1741 yılında Sultan I. Mahmud (1730-1754) tarafından
Ayasofya Camisi’ne gelir getirmesi için yaptırıldığını belirtmektedir. Barok üslubunda yapılan hamam, sıcaklık ve soğukluk bölümlerinin düzenlenişi bakımından Osmanlı hamam mimarisine ait olmayan özelliklere sahiptir. 1768 yılında Sultan III. Mustafa (1757-1774) suya ve oduna gereksinimin artması nedeniyle, büyük hamam yapılmasını yasaklamıştır.
Cağaloğlu Hamamı bu yasaktan önce yapılan son büyük hamamdır.
2003 yılında dünyanın en iyi hamamı seçilen Cağaloğlu Hamamı, turistlerin kadınlı erkekli bir arada yıkanabildikleri turistik bir hamamdır.Sultanahmet Meydanı
Şehri çevreleyen yedi tepeden ilki olan, Sultanahmet Camisi, Ayasofya ve Türk-İslam Eserleri Müzesi’nin çevrelediği meydandır.
2. yüzyılın sonlarına doğru Roma imparatoru Septimius Severus buraya bir hipodrom (Yunanca hipposat, dromos yol; at yolu, genel olarak ise, at meydanı) yaptırmıştır. Konstantinopolis’in kurucusu Constantinus (324-337) ise Hipodrom’u elden geçirerek daha büyüğünü yaptırmıştır. Doğu Roma imparatorluğu döneminde Büyük Saray, Ayasofya gibi birçok önemli yapı Hipodrom'un çevresinde yapılmıştır. Ayrıca, İstanbul'a getirilen Örme Sütun, Dikilitaş ve Yılanlı Sütun gibi birçok anıt da buraya dikilmiştir.
Milion taşı ise, Hipodrom'un çevresinde yer alan başka bir anıttır. Milion Taşı'ndan dolayı burası dünyanın başlangıç noktası sayılmaktadır. Bilinen bütün merkezlerin uzaklığı buradan başlanılarak ölçülmüştür.Ayrıca, bütün önemli yollar da buradan başlamıştır. Günümüze yuvarlak güney ucu dışında hiçbir bölümü ulaşamayan Hipodrom’da genellikle at yarışları yapılmıştır. Yarışmacılar yeşil, mavi, kırmızı ve sarı gibi takımlar oluşturmuş ve her takım belirli politik güçler tarafından desteklenmiştir. Maviler havayı, beyazlar suyu, yeşiller toprağı, kırmızılar ateşi temsil etmiştir. Bunun yanı sıra halk, kırmızılarla yeşiller ve beyazlarla maviler olmak üzere iki grup üzerinden dörde bölünmüştür. Aristokratlar mavileri, işçiler de yeşilleri tutmuştur. Hipodrom'da at yarışlarının yanında müzik, dans, akrobasi gibi çeşitli alanlarda gösteriler ve toplantılar da düzenlenmiştir. Latin İstilası’nda şehrin diğer yerleri gibi burası da yağmalanmıştır. Osmanlı imparatorluğu döneminde de Doğu Roma İmparatorluğu’nda olduğu gibi şehrin en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Bu dönemde At Meydanı adıyla anılmıştır. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi ve zamanla eklenen yapılarla külliye halini gelmesiyle, Sultanahmet Külliyesi ve Camisi'nin de yapılmasıyla kültürel ve sosyal hayatın önemli bir merkezi olma özelliğini devam ettirmiştir. Günümüzde ise, Sultanahmet Meydanı, doğal güzelliği ve tarihi dokusu bakımından İstanbul’un en fazla ilgi gören turistik meydanıdır.
Sultanahmet Meydanı kültürel yapılarıyla dünyanın en görkemli meydanlarından biridir. Kuşkusuz bu yapıların en önemlisi kilise olarak inşa edilen, fetihten sonra camiye dönüştürülen ve günümüzde müze olarak kullanılan Ayasofya'dır.Ayasofya Müzesi
Sultanahmet Meydanı’nda, Topkapı Sarayı ile Sultanahmet Camisi arasında yer alan, kuşkusuz ki Dünya Kültür Mirası’nın en ilgi çekici ve en önemli üyesi olan ve günümüzde müze olarak kullanılan yapı.
Kilise olarak inşa edilen Ayasofya,
İstanbul'un fethinden sonra camiye, 1935 yılında da müzeye dönüştürülmüştür. Bugünkü Ayasofya’nın bulunduğu yere ilk kilisenin, Konstantinopolis’i kuran Constantinus (324-337) tarafından yaptırıldığı ve yapımın 360 yılında oğlu Constantius (337-361) tarafından tamamlandığı sanılmaktadır. Fakat kimi kaynaklar baba Constantinus döneminde kilise yapılmadığını, Ayasofya’nın oğul Constantius döneminde inşa edildiğini aktarmaktadır. Ahşap çatılı bu kilise, o dönem şehirde bulunan en büyük yapılardan biri olduğu için Büyük Kilise (Megali Ekklesia) adıyla anılmıştır. 404 yılında Patrik Khrysostomos’un sürgüne gönderilmesi üzerine patlak veren halk ayaklanmasında kilise yanmıştır. İkinci kilise 415 yılında II. Theodosios (408-450) tarafından Mimar Rufinos’a yaptırılmıştır. Günümüze birkaç parçası ulaşan bu kilise de 532 yılında Hipodrom’da başlayan ve çok şiddetli yaşanan Nika Ayaklanmasında yanmıştır. Bunun üzerine lustinianos (527-565), ikinci kilisenin kalıntıları üstüne daha önce hiç görülmemiş büyüklükte bir kilise yapma kararı almıştır. Kiliseyi yanmaması için tuğla, taş ve mermerden yaptırmıştır.
Ayasofya'nın yapımı için malzeme olarak Efes Diana Tapınağı'ndan 8 somaki sütun, Marmara ve Eğriboz adaları ile Akdeniz ülkelerinden özenle seçilmiş çeşitli renklerdeki mermerler getirilmiştir.Ayasofya'nın mimarları Tralles’li (Aydın) Matemetikçi Antliemios ve Miletos’lu (Milet) Isidoros’tur. Ayasofya sözcüğü Hagia Sophia’dan (Kutsal Bilgelik-Azize Sophia) gelmektedir. Yapı Azize Sophia’ya adanmış olmasından dolayı bu isimle anılmıştır. Kilise 5 yıl süren yapım çalışmalarından sonra 537 yılında açılmıştır.
Büyüklüğü ve ihtişamı bakımından yüz yıllar boyunca bir benzerine rastlanmamış olan Ayasofya, aynı zamanda lustinianos döneminin (527-565) siyasal ve ekonomik gücünün bir göstergesidir. Mimari açıdan yapı Antik Yunan ve Roma Mimarisi’ni izlemiştir. Fakat Ayasofya ile birlikte büyük bir kubbenin dikdörtgen bir mekanı örtmesi ilk kez denenmiştir. Ayasofya'dan önceki büyük kubbeler yuvarlak mekanları örtmüşlerdir.
Ayasofya'nın kubbesi 558 yılında meydana gelen depremde yıkılmıştır. Yeni kubbe 6,25 metre daha yüksek olarak Ayasofya'nın mimarı Isidoros'un yeğeni Genç Isidoros tarafından yapılmış ve kilise 562 yılında yeniden açılmıştır.Yapı Doğu Roma imparatorluğu döneminde meydana gelen çok sayıda depremde zarar görmüş ve birçok kez de onarılmıştır. Latin istilası sırasında da yağmalanmış ve birçok değerli eşya ile altın, gümüş ve fildişinden yapılmış süslemeler Avrupa’daki kiliselere gönderilmiştir. Doğu Romalılar’ın şehre tekrar egemen olmasından sonra yapı onarılmıştır.
70 x 100 metrelik bir alana yayılmış olan yapı birçok kez onarım görmüştür. 10. ve 14. yüzyıllarda iki defa yıkılan kubbe aynı yüzyıllarda onarılmıştır. Bu onarımlardan dolayı Ayasofya’nın kubbesi çember olma özelliğini yitirmiştir. Kubbenin kuzey ve güney yönlerindeki çapı 31,87 metre, doğu ve batı yönlerindeki çapı ise 30,87 metredir. Yüksekliği ise 55,60 metredir. Kubbe 4 küresel bingi aracılığıyla 4 kemere, bu 4 kemer de yükseklikleri 24,3 metre olan 4 fil ayağına oturmaktadır. Ana kubbe batı ve doğu yönlerinde bulunan iki yarım kubbeyle, kuzey ve güney yönlerinde ise, iki sıra pencereli duvarlarla desteklenmiştir. Sonradan kuzey ve güney yönlerine inşa edilen ek yapılarla kubbenin yıkılmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Yapının ağırlığını 40 tanesi aşağıda, 67 tanesi de üst katta olmak üzere toplam 107 sütun taşımaktadır. Bu sütunların çoğu yeşil somaki mermerden, sekizi ise Mısır somakisindendir. Ayasofya 40 pencereyle aydınlanmaktadır.
Eski dönemdeki figürlü mozaiklerin ikonakırıcılık döneminde bozuldukları sanılmaktadır. O dönemden geriye yalnızca bitkisel ve geometrik motifli mozaikler kalmıştır. Günümüze ulaşan figürlü mozaikler ise, 9 ve12. yüzyıllar arasında yapılmıştır. Kucağındaki İsa ile tahta oturan Meryem'in betimlendiği mozaik Ayasofya’nın güney kapısının üzerinde bulunmaktadır. Meryem’in bir yanında şehrin maketini sunan Constantinus, diğer bir yanında ise Ayasofya maketini sunan lustinianos yer almaktadır, imparatorluk Kapısı'nın üzerinde bulunan 9. yüzyıla ait mozaikte ise, tahta oturan İsa’nın önünde diz çöken VI. Leon (886-912) betimlenmiştir. Ayasofya’yı üç yönden kuşatan üst galerilere çıkan yolun sağından güney galerideki Mermer Kapı'ya varılmaktadır. Synode Meclisi (Ruhani Meclis) üyeleri burada toplantılar düzenlemiştir. Bu kapının sağında yer alan mozaik Deisis (Deesis) (son duruşma-mahşergünü) adını almaktadır. İsa’nın sağında Meryem, solunda ise Vaftizci Yahya (loannes Prodromos) betimlenmiştir. 12. yüzyıla ait olan mozaikte Meryem ve Yahya, İsa’dan insanlık için şefaat dilemektedirler. Bu mozaiğin biraz ilerisinde, IV. Haçlı Seferi’yle İstanbul’a gelip, burada ölen Latin Komutan Henricus Dandolo’nun mezarı bulunmaktadır. Güney galerisinin sonunda ise, kucağındaki İsa ile Meryem, imparator II. loannes Komnenos (1118-1143) ve eşi Eirene’nin betimlendiği 12. yüzyıla ait bir mozaik yer almaktadır. Sunulan altın kesesi ve ruloyla Ayasofya’ya yapılan yardım anlatılmaktadır. Burada bulunan diğer mozaikte ise, tahta oturan İsa ile imparator IX. Konstantinos Monomakhos (1042-1055) ve imparatoriçe Zoe betimlenmiştir. Bu mozaikte de benzer bir şekilde Ayasofya’ya yapılan yardım anlatılmıştır.
İstanbul’un fethedildiği dönemlerde Doğu Roma İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu yetersiz ekonomik koşullardan dolayı, Ayasofya’ya gerekli özen gösterilememiştir. İstanbul fethedildikten sonra, Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) Ayasofya’ya ilk kez girerken yapının döşeme taşlarının kırıldığını görmüş ve hemen bu taşları kıranı cezalandırmıştır. Fatih Sultan Mehmed’in emriyle Ayasofya camiye dönüştürülmüş ve İstanbul’daki ilk cuma namazı burada kılınmıştır. Daha sonra Ayasofya ciddi bir onarım görmüş, yapının güneybatı yönüne bir minare eklenmiştir. Ayrıca, yine aynı dönemde günümüze kadar gelebilmiş olan mihrap yapılmıştır. Fakat bu dönemde yapılan medrese günümüze ulaşamamıştır. II. Bayezid döneminde (1481-1512) kuzeydoğu yönüne bulunan minare yapılmıştır. II. Bayezid ve Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemlerinde Ayasofya’da bulunan mozaikler sıvayla örtülmüştür. Ayasofya, Mimar Sinan tarafından yeniden elden geçirilmiştir. Mimar Sinan Ayasofya’nın çevresini düzenlemiş, iki kalın minare yapmış ve yapıya destek duvarlar ekleyerek Ayasofya’nın yıkılmasının önüne geçmiştir. Ana mekanın girişinin kenarında bulunan büyük mermer küpler, 16. yüzyılda Bergama’dan getirilmiştir. Mermer minber ve vaaz kürsüsü IV. Murad döneminde (1623-1640) yapılmıştır. Kubbe yazısını ve büyük levhalara Allah, Muhammed, Ömer, Osman Ali, Haşan, Ebu Bekir ve Hüseyin isimlerini yazan ünlü Hattat Kazasker Mustafa izzet Efendi’dir. Ayrıca, OsmanlI döneminde yapıya, medrese, sıbyan mektebi, kütüphane, şadırvan, Sultan II. Selim, Sultan III. Mehmed, Sultan III. Murad ve şehzadelerin türbeleri, imaret ve hünkar mahfili eklenmiştir.
Deesis Mozaiği'nde İsa figürü, Üst Galeri. İsa'nın sağında Meryem, solunda ise Vaftizci Yahya (Ioannes Prodromos) betimlenmiştir. 12. yüzyıla ait olan mozaikte Meryem ve Yahya, Isa'dan insanlık için şefaat dilemektedirler.
Ayasofya'nın kuzeybatısında gözenekli taştan bir sütun bulunmaktadır. Bu sütunun ortasında insanların parmaklarını değdirmeleriyle oluştuğu sanılan büyük bir delik vardır. Kutsal sayılan bu deliğe insanlar parmaklarını sokup bir dilekte bulunmaktadırlar. Eğer parmak nemlenirse, dileğin gerçekleşeceğine inanılır. Bu sütun Terleyen Direk ve Ağlayan Direk adlarıyla anılmaktadır. Çünkü gözenekli bir taş olan sütun havadaki buharı emmekte, daha sonra da bunu dışarı atmaktadır.1847-1849 yılları arasında Ayasofya, Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) emriyle İtalyan Mimar Gaspare Fossati ile kardeşi Giuseppe Fossati tarafından onarılmıştır. Aynı dönemde kubbe demir çemberlerle sağlamlaştırılmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da Ayasofya uzman bir ekip tarafından onarılmıştır. Bir süre sonra ise, Amerikan Bizans Enstitüsü'nden Thomas Whittemore sıvayla örtülmüş mozaikleri temizlemiş ve gün ışığına çıkarmıştır. Atatürk’ün isteği üzerine Ayasofya’nın müze olarak düzenlenmesi kararı alınmıştır. 1935 yılında da Ayasofya müze olarak ziyarete açılmıştır.
Ayasofya Müzesi, pazartesi günü dışında her gün 09.20-16.30 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir.
Ayasofya Çeşmeleri
Ayasofya Müzesi içinde bulunan çeşmeler.
İki çeşmeden biri Ayasofya’nın avlusunun girişinde, diğeri avlunun dışında yer almaktadır. Mermerden yapılan çeşmelerin biri dört pencereli ve kubbelidir, diğerinin üstü saçaklı bir çatıyla örtülmüştür. Sultan İbrahim (1640-1648) tarafından yaptırılan çeşme İbrahim Çeşmesi adıyla da bilinmektedir.
Milion Taşı
Sultanahmet’te, Ayasofya Müzesi’nin karşısında bulunan anıt taş.
Yüzyıllar boyunca bu taşın bulunduğu yer Dünya’nın merkezi olarak kabul edilmiştir. Bilinen bütün şehirlerin ve yerleşim birimlerinin uzaklığı buradan başlanarak ölçülmüş ve kaydedilmiştir. Dolayısıyla burası Dünya’nın Sıfır Noktası (başlangıç noktası) olarak kabul edilmiştir. Bilinen bütün yerleşim alanlarının kabataslak haritaları da
Milion Taşı merkez alınarak çizilmiştir. Ayasofya da özellikle Milion Taşı’nın yakınına inşa edilmiştir. Daha sonraları ise, İslam dünyası Ayasofya’nın alemini Sıfır Noktası olarak kabul etmiştir.
Bütün yollar Roma'ya (Yeni Roma-İstanbul) çıkar" sözü de Milion Taşı'ndan ileri gelmektedir.Yerebatan Sarnıcı Müzesi
Sultanahmet, Yerebatan Caddesi üzerinde yer alan, Doğu Roma İmparatorluğu’nun en büyük yeraltı sarnıcıdır.
Üzerinde bir bazilikanın bulunmasından dolayı Bazilika adıyla anılmış olan bu sarnıç, Doğu Roma imparatoru lustinianos (527-565) tarafından 6. yüzyılda yaptırılmıştır. Yapı saray olarak anıldığı halde, aslında kapalı bir sarnıçtır. Doğu Roma İparatorluğu’nun en büyük yeraltı sarnıcıdır. Uzunluğu 140, genişliği 70 metre olan sarnıca 19 km. uzaklıktaki Belgrad Ormanları’ndan su taşınmıştır. Yapının çatısını, İon ve Korint üslubunda yapılmış, yükseklikleri 8 metre, birbirleriyle aralıkları da 5 metre olan 336 sütun taşımaktadır. Sarayın su gereksinimini karşılamak amacıyla yapılan sarnıç, Osmanlı imparatorluğu döneminde de bir süre kullanılmış, ancak daha sonra ihmal edilmiştir. Yapı 1980’li yıllarda büyük çaplı bir onarım görmüştür.
Yerebatan Sarnıcı Müzesi, her gün 09.00-17.30 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir.
Alman Çeşmesi
Sultanahmet Meydanı’nda bulunan ünlü çeşme.
Alman Çeşmesi, Almanya (Prusya) İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul ziyareti anısına, Mimar Schoele tarafından Almanya’da yapılmıştır. Fakat çeşmenin planı Mimar Spitta’ya aittir. Parçalar halinde İstanbul'a getirilerek, bugünkü yerine kurulan çeşmenin açılışı 1 Ocak 1901 tarihinde yapılmıştır. Çeşmenin içi altın, dışı çinilerle kaplı kubbesi sekiz mermer sütunla desteklenmiştir.
Dikilitaş
Sultanahmet Meydanı’nda bulunan, Doğu Roma döneminde Mısır’dan getirilen anıt.
Doğu Roma imparatorluğu döneminde Hipodrom’da yer alan üç önemli anıttan biridir. Diğer anıtlar Örme Sütun ve Yılanlı Sütun’dur. Dikilitaş ilk olarak, Mısır Firavunu III. Tutmosis’in (MÖ 1504-1450) Asya Zaferi anısına, Heliopolis’teki Karnak Tapınağı’nın önüne dikilmiştir, lulianus döneminde (361-363) İstanbul'a getirilmiş, I. Theodosius döneminde (379-395) ise, mermer kaidesine yerleştirilmiştir (390). Bu yüzden sütuna Theodosius Sütunu da denilmiştir. Dikilitaş yekpare pembe granitten yapılmıştır. 18,74 metre yüksekliğindeki Dikilitaş, Mısır Firavunu III. Tutmosis’in zaferlerini anlatmaktadır. Kaidesinde bulunan yazıtlarda ise, İstanbul'a getirilişi ve kaidesine yerleştirilişi anlatılmaktadır. Zamanla toprağa gömülen kaidenin alt kısmı, C.T. Newton’un 1857 yılında yaptığı kazıyla yeniden ortaya çıkarılmıştır.
Dikilitaş'ın üzerinde bulunan tunç küre 865 yılındaki depremde düşmüş ve bir daha yerine konmamıştır.Yılanlı Sütun
Sultanahmet Meydanı’nda bulunan üç önemli anıttan biri olan, tunçtan yapılmış ve birbirine dolanmış üç yılanı gösteren, Antik Yunan’da barbarlık karşıtlı olarak anlamlandırılan anıt.
Doğu Roma imparatorluğu döneminde Hipodrom’da yer alan üç önemli anıttan biridir. Diğer anıtlar Dikilitaş ve Örme Sütun’dur. Yılanlı Sütun, tunçtan yapılmıştır ve birbirine dolanmış üç yılandan oluşmaktadır. Antik Yunan’daki siyasal ve sosyal örgütlenmelere polis (şehir, şehir-devlet) adı verilmiştir. Yunan anakarası (bugünkü Yunanistan) MÖ 6. ve 5. yüzyıllarda Yunan polisleriyle Persler arasında geçen iki büyük savaşa tanık olmuştur, ikinci savaşta Persler, Atina’nın önderlik ettiği Yunan polislerine Salamis Deniz Savaşı’nda yenilmiş, daha sonra Persler’in son kuvvetleri de Sparta’nın önderliğindeki polislere Plataiai Savaşı’nda yenilmiştir. Yunanhlar’ı köle olmaktan kurtaran bu savaşların anısına, Sparta’nın iki kralından biri olan Pausanlas, Delphoi’daki Apollon Tapınağı'na birbirine dolanmış üç yılandan oluşan bir sütunla desteklenen üç ayaklı bir kazan hediye etmiştir. Sütunun üzerine Pers savaşlarına katılan polislerin adları yazılmıştır. Roma imparatoru Constantinus (324-337) bu sütunu söktürerek İstanbul'a getirmiş ve Hipodrom’a diktirmiştir.
Antik Yunanlılar tarafından Barbarlık karşıtı olarak anlamlandırılan Yılanlı Sütun'un İstanbul'a getirilmesi, İstanbul'un bir uygarlık kalesi olduğuna yapılan vurgudur.Anıt Latin İstilası sırasında zarar görmüştür. Altında bulunan su yolundan dolayı, Doğu Roma imparatorluğu döneminde çeşme olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Anıtın toprağa gömülü kısmı 1856 yılında yürütülen kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. 18. yüzyılda kopan yılan başlarından biri Arkeoloji Müzesi’nde, diğeri British Museum’dadır.
Örme Sütun
Sultanahmet Meydanı’nda bulunan, Doğu Roma dönemine tarihlenen anıt sütun.
Tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Doğu Roma imparatorluğu döneminde Hipodrom’da yer alan üç önemli anıttan biridir. Öteki anıtlar Dikilitaş ve Yılanlı Sütun’dur. Diğer anıtlarla birlikte önemi halen devam etmekte olan Örme Sütun, VII. Konstantinos Porphyrogenetos döneminde (913-959) ya yerine dikilmiş ya da onarılmıştır. Yontma taştan yapılan sütun, bir zamanlar üzerinde bulunan tunç küreyle birlikte 32 metre yüksekliğindeydi. 1,60 metre yükseklikteki bir kaideye oturan sütunun bugünkü yüksekliği ise 20,68 metredir.
Örme Sütun'u süsleyen ve üzerinde İmparator I. Basileios'un (867-886) yaptığı savaşların anlatılıdığı tunç levhalar ve sütunun üzerinde bulunan tunç küre, Latin İstilası sırasında sökülerek daha çok sikke (para) basımında kullanılmıştır.Binbirdirek Sarnıcı
Sultanahmet’te, Adliye Sarayı’nın karşısında bulunan sarnıç.
Constantinus'un (324-337) Konstantinopolis’i kurduğu dönemde, yanında bulunan Senatör Philoksenos tarafından yaptırılmıştır. Yapının asıl adı Philoksenos Samıcı'dır. Senatörün kendisi için yaptırdığı sarayın sarnıcı olduğu sanılmaktadır, lustinianos döneminden (527-565) kaldığı da iddia edilmektedir. Yerebatan’dan sonraki en büyük kapalı sarnıçtır. Sarnıcın uzunluğu 64, genişliği 65, yüksekliği de yaklaşık 15 metredir. Sarnıçta 14’er sütunluk 16 sırada, toplam 224 sütun varken, günümüze ancak 212’si ulaşabilmiştir.
Osmanlı imparatorluğu döneminde çok direkli anlamına gelen ’Binbirdirek’ adıyla anılmıştır.
Türk-İslam Eserleri Müzesi
Sultanahmet Meydanı’nda bulunan İbrahim Paşa Sarayı içinde kurulu olan ve Türk-İslam eserlerinin sergilendiği müze.
İbrahim Paşa Sarayı, Osmanlı dönemi özel konutlarının en büyüğü ve saray olarak da adlandırılan yegana sivil yapıdır.1520’li yıllarda inşa edilen bina, Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) tarafından Sadrazam İbrahim Paşa'ya hediye edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki en büyük özel konuttur. İbrahim Paşa Sarayı adıyla da anılan bu konut, Doğu Roma imparatorluğu dönemine ait olan Hipodrom’un üzerine inşa edilmiştir. Müze 1914 yılında, Süleymaniye Külliyesi’nin imaret bölümünde
Evkaf-ı İslamiye Müzesi (İslam Vakıfları Müzesi) adıyla ziyarete açılmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra
Türk-İslam Eserleri Müzesi adını alan müze, 1983 yılında da bugünkü yerine taşınmıştır. Müzede, değişik dönemlere ait çok sayıda Türk ve İslam eserleri sergilenmektedir. Bunlar arasında Anadolu, İran, Kafkas ve Selçuk halıları, Halife Ali ve Osman'ın el yazması Kuran'larının aslı, çeşitli İslam el yazmaları bulunmaktadır.
Türk-İslam Eserleri Müzesi, pazartesi günleri dışında her gün 09.30-16.30 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir.
Sultanahmet Külliyesi ve Camisi
Sultanahmet Meydanı’nda, Ayasofya’nın tam karşısında bulunan külliye ve cami.
Külliyenin temeli, Sultan I. Ahmed’in de katıldığı bir törenle 1609 yılında atılmıştır. Bizzat Padişah ve dönemin ileri gelenleri simgesel de olsa temel kazma işinde çalışmıştır. Açılış töreni 1616 yılında yapıldığı halde, külliye Sultan I. Ahmed’in ölümünden sonra 1619 yılında tamamlanmıştır. Yapı, Doğu Roma imparatorluğu’nun sarayının (Büyük Saray) bulunduğu yere inşa edilmiştir. Külliye, cami, medrese, sıbyan mektepleri, hünkar kasrı, çarşı (Arasta Bazaar), darüşşifa, tabhane, imaret ve türbe bölümlerinden oluşmaktadır. Sultanahmet Camisi İstanbul’un tek altı minareli camisidir. Minarelerin dördü üç şerefeli, ikisi de iki şerefelidir. Sultanahmet Külliyesi’nin arastası, Arasta Bazaar (Pazarı) ve Sipahi Çarşısı adlarıyla da bilinmektedir. Büyük Saray Mozaikleri Müzesi'ne bu çarşıdan girilmektedir. Külliyenin ortasında bulunan cami, içinde bulunan 20 bini aşkın çininin renginden dolayı yabancılar tarafından Mavi Cami olarak adlandırılmıştır. Dört fil ayağı üzerine oturtulmuş olan caminin ana kubbesi, 33,60 metre çapında ve 43 metre yüksekliğindedir. Bu büyük kubbe 4 yarım kubbeyle desteklenmiştir. Camide 6 eş sıra halinde 260 pencere bulunmaktadır. Külliyenin önemli bir parçası olan ve dış avlusunda bulunan Hünkar Kasrı, bir cami etrafında yapılan ilk sultan kasrıdır. Sultan I. Ahmed, eşi Kösem Sultan, oğulları Sultan II. Osman (1618-1622) ve Sultan IV. Murad (1623-1640) ve bazı torunlarına ait türbe, külliyenin kuzeydoğu köşesinde yer almaktadır. Külliyede bulunan medrese de, günümüzde başbakanlık arşiv deposu olarak kullanılmaktadır.
Temeli Sultan 1. Ahmed tarafından atılan cami, 1619 yılında, Sultan l. Ahmed'in ölümünden sonra tamamlanmıştır.
Halı ve Kilim Müzesi
Sultanahmet’te, Sultanahmet Külliyesi’nin bir parçası olan Hünkar Kasrı’nda bulunan müze.
1979 yılında halı, 1982 yılında ise kilim bölümleri açılmıştır. Çeşitli dönemlere ait Uşak halıları, Anadolu’nun farklı yörelerinden çeşitli kilimler ve Osmanlı Saray kilimleri sergilenmektedir. Hah ve Kilim Müzesi, pazar ve pazartesi günleri dışında her gün 09.00-12.00 /12.30-16.00 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir.
Büyüksaray Mozaikleri Müzesi
Girişi Sultanahmet Camisi’nin güneyinde bulunan Arasta Bazaar içinde olan Doğu Roma İmparatorluk sarayının mozaiklerinin sergilendiği müze.
Günümüze çok az kalıntısı ulaşan Büyük Saray (Palatium Magnum), Doğu Roma İmparatorluğu'nun imparatorluk sarayıdır. Ayasofya’nın alt tarafından, Sultanahmet Camisi'nin bulunduğu yerin üzerinden Marmara Denizi’ne kadar uzanan, bölümleri çeşitli dönemlerde inşa edilmiş bir yapılar topluluğudur. Bu yapılar topluluğu kasırlar, tören salonları, kiliseler, teraslar, oyun salonları ve bahçelerden oluşmaktadır. Sarayın ilk bölümü olan Khalke Sarayı, Konstantinopolis’in kurucusu Constantinus (324-337) tarafından yaptırılmıştır. Sarayın ana giriş kapısı da bu adla, yani Khalke Kapısı adıyla anılmıştır. 532 yılındaki Nika Ayaklanmasında yanan Khalke Sarayı’nın yerine, I. lustinianos (527-565) daha büyüğünü yaptırmıştır. Constantinus döneminde ayrıca Daphne Sarayı ve Magnaura Sarayı (Kabul Salonu) yaptırılmıştır. Daha sonra yapılar topluluğuna Skholai (Muhafız Koğuşları), Noumera (Saray Hapishanesi), Akkoubiton (Senato Toplantı Salonu) bölümleri eklenmiştir. II. Theodosios döneminde (408-450) Bukoleon Sarayı ve bu sarayın limanı, II. lustinos (565-578) ve II. Tiberos (578-582) dönemlerinde mozaiklerle süslenmiş bir taht odası, V. Konstantinos döneminde (741-775) içinde kutsal eşyaların saklandığı Meryem Kilisesi ve loannes I. Tzimiskes dönemine (969-976) kadar irili ufaklı bazı yapılar bu yapılar topluluğuna eklenmiştir, loannes I. Tzimiskes döneminde ise, yapılar topluluğu onarılmış ve mozaiklerle süslenmiştir. I. Aleksios Komnenos döneminde (1081-1118) bu sarayın imparatorların ikametgahı ve toplantı salonu olarak kullanılmasına devam edilmiş, fakat Manganoi ve Blakhernai sarayları daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Latin istilası (1204-1261) sırasında saray yağmalanmış ve bazı bölümleri yıkılmıştır. Latin hakimiyetinden sonra ise, Doğu Roma imparatorları kısa bir süre Manganoi Sarayı’na, buradan da Blakhernai Sarayı’na yerleşerek Büyük Sarayı terk etmişlerdir. Her ne kadar Doğu Romalılar İstanbullu Latinler’den geri almışlarsa da, imparatorluğun Latinler’in şehre verdiği zararın üstesinden gelebilecek ve şehri eski ihtişamına ulaştırabilecek bir ekonomik gücü olmamıştır.
Fatih Sultan Mehmed’in (1451- 1481) İstanbul'u fethettiği dönemde Büyük Saray harabe halindedir. Bu nedenle Fatih Sultan Mehmed sarayı gördüğünde bir İranlı şairin şu beyitini söylemiştir: "Bum nevbet mizened der gümbed-i Afrasiyab, Perdedari miküned der kasrı Kayser Ankebut" (imparatorun sarayının bekçisi örümcek olmuş, örtmüş kendi perdesiyle sarayın kapısını).İstanbul’un fethinden sonraki yerleşimlerle ve Sultanahmet Külliyesi’nin yapımıyla sarayın neredeyse tamamı yok olmuştur. Günümüze Bukoleon Sarayı’nın bir yüzü ulaşabilmiştir.
Bukoleon Sarayı adını, sarayın önünde bulunan ve aslanın boğaya saldırmasını betimleyen bir heykelden almıştır (bukoleon-boğa ve aslan).
Günümüze ulaşan bir başka kalıntı ise, 1935 yılında yürütülen kazılar sonucunda ortaya çıkarılan sarayın taban mozaikleridir. Bu mozaiklerde mitolojiden alınma sahneler, av sahneleri, vahşi hayvanlar ve kır manzaraları betimlenmiştir. Mozaiklerin betimlendiği alan müze olarak düzenlenmiştir. Müze Sultanahmet Camisi’nin arkasındaki Torun Sokak üzerinde, Sultanahmet Külliyesi’nin arastasının (Arasta Bazaar) bir bölümü üzerine kurulmuştur.
Büyük Saray Mozaikleri Müzesi, çarşamba günleri dışında her gün 09.30-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir.
Arasta Bazaar
Sultanahmet Camisi’nin güneyinde Torun Sokak üzerinde bulunan, Sultanahmet Külliyesi’nin arastası olarak inşa edilmiş çarşı.
Arasta Bazaar ya da Arasta (Sipahi) Pazarı Sultanahmet Külliyesi'nin arastası (çarşı) olarak inşa edilmiş ve 1980’li yıllarda onarılmıştır. Karşılıklı olarak konumlanmış dükkanlarda el dokuması halılar, seramikler, mücevherler, deri ürünleri ve ayrıca turistik eşyalar satılmaktadır. Büyük Saray Mozaikleri Müzesi, Arasta Çarşısı’nın bir bölümü üzerine kurulmuştur ve müzeye bu çarşıdan girilmektedir.
Haseki Hamamı - Hürremsultan Hamamı
Sultanahmet Meydanı’nda, Ayasofya’nın karşısında bulunan hamam.
Hamam 1556 ve 1557 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman’ın Başhasekisi Hürrem Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.
Haseki Hamamı'nı Mimar Sinan Osmanlı hamam mimarisi çizgisinde inşa etmiştir. Fakat genellikle birbirine bitişik olarak yapılan kadınlar ve erkekler bölümünü, 75 metre uzunluğunda bir duvarla ayırmıştır. Girişi revaklı olan erkekler bölümünü kuzeye, girişi revaksız olan kadınlar bölümünü ise güneye yerleştirmiştir. Uzun bir süre kapalı kalan hamam onarılmış ve müze olarak düzenlenmiştir. Günümüzde ise, Kültür Bakanlığı'nın denetiminde Halı ve Kilim Satış Mağazası olarak hizmet vermektedir.
Hamam, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde belki de adı en çok geçen kadın olan, Kanuni Sultan Süleyman'ın Başhasekisi Hürrem Sultan tarafından yaptırılmıştır.
III. Ahmet Çeşmesi
Topkapı Sarayı’nın birinci avlusunun kapısı olan Bab-ı Hümayun’un önünde bulunan çeşme.
1728-1729 yılları arasında Sultan III. Ahmed döneminde (1703-1730) Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından Mehmed Ağa’ya yaptırılmıştır. Kare planlı çeşmenin üzeri geniş ve süslü bir saçaklı çatıyla örtülüdür. Bu saçaklı çatının üzerinde altın alemli, biri ortada, diğerleri köşelerde olmak üzere 5 kubbe bulunmaktadır. Çeşmenin her bir köşesinde sebiller ve her bir yüzün ortasında çeşmeler yer almaktadır. III. Ahmed Çeşmesi’nin bütün yüzleri ince işlenmiş taş ve çini süslemelerle bezenmiştir.
Çeşme, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından Mimar Mehmet Ağa'ya yaptırılmıştır.
III. Ahmet Çeşmesi, Osmanlı döneminde yapılan meydan çeşmelerinin en güzeli ve anıtsal olanıdır.Soğukçeşme Sokağı
Ayasofya ile Topkapı Sarayı arasında bulunan tarihi sokak.
ismini 18. yy'da yapılmış olan bir çeşmeden alan, Ayasofya ile Topkapı Sarayı’nın dış duvarları arasında uzanan Soğukçeşme Sokağı, Turing tarafından restore edilmiştir. Bu sokaktaki ahşap yapılar yeniden düzenlenerek sokağa, Tarihi Yarımada’nın dokusuna uygun bir görünüm sağlanmıştır. Soğukçeşme Sokağı'ndaki evlerin bir kısmı pansiyon olarak kullanılmaktadır. Trafiğe kapalı olan sokakta evlerin kendilerine has isimleri bulunmaktadır. (Güllü Konak, Yaseminli Ev, Hanımelili Ev, Mor Salkımlı Ev vb.)
Geçtiğimiz yıllarda aramızdan ayrılan, İstanbul'un tarihi çehresinin değişmesinde ve günümüze kazandırılmasında önemli rol oynaya Çelik Gülersoy, Soğukçeşme Sokağı’nda bulunan İstanbul Kitaplığı'nın kurucusudur. Kitaplıkta, İstanbul ve tarihini anlatan yaklaşık on bin ender kitap bulunmaktadır.Aya İrini Müzesi
Topkapı Sarayı’nın birinci avlusunda bulunan, Roma dönemi tapınakların üzerinde yükselen eski kilise.
Theophanes, Codinus ve diğer tarihçiler bu kilisenin Constantinus döneminde (324-337) yaptırıldığını aktarmaktadırlar. Tarihçi Sokrates’in belirttiğine göre ise, önceleri daha küçük olan kilise, lustinianos döneminde (527-565) genişletilerek tekrar inşa edilmiştir. VI. yüzyılda çok tanrılı inancın tamamıyla yasaklanması üzerine ayaklanan halkın (Nika Ayaklanması) başlattığı yangında kül olan Ayasofya ve Aya irini Kiliseleri, aynı yüzyılda yeniden inşa edilmişlerdir. Aya İrini’nin (Hagia Eirene) anlamı 'Kutsal Barış’tır, fakat aynı zamanda bir azizenin adıdır (Azize Eirene). Aya İrini Kilisesi, Doğu Roma İmparatorluğu'ndan günümüze kalan tek "atrium"lu (revaklı avlu) kilisedir. Osmanlı imparatorluğu döneminde yapı camiye dönüştürülmemiş, fakat ana kapıdaki 1726 tarihli kitabe ve merdiven eklenmiştir. Uzun bir süre ganimet ve silah deposu olarak kullanılmıştır.
1846 yılında Damat Ahmed Fethi Paşa, Türk Müzeciliği'nin temellerini oluşturacak olan eserleri bu kilisede toplamıştır. Aya İrini, 1869 yılında Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adını almıştır. 1875 yılında buradaki eserler Çinili Köşk'e taşınmıştır.Bir süre Askeri Müze olarak da kullanılan yapı, günümüzde Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlıdır. Aya İrini Müzesi, Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’nün izniyle ziyaret edilebilmektedir.
Arkeoloji Müzesi
Topkapı Sarayı birinci avludan da inilebilen Osman Hamdi Bey Yokuşu’nun sol tarafında bulunan, Türkiye'nin ve dünyanın en önemli arkeoloji koleksiyonlarından birini bünyesinde bulunduran müze.
1846 yılında Damat Ahmed Fethi Paşa ’Mecmua-i Aşari Atika’ (Eski Eserler Koleksiyonu) adıyla bir araya getirttiği eserleri Aya irini Kilisesi'ne göndermiştir. O dönemde Aya irini Kilisesi ‘Mecmua-i Esliha-i Atika’ (Silah Koleksiyonu) adıyla bir araya getirilmiş silahların deposu olarak kullanılmaktadır.
Damat Ahmed Fethi Paşa tarafından bir araya getirilen eserlerin ilk kataloğunu 1868 yılında Fransız Albert Dumont hazırlamıştır. 1869 yılında Aya İrini Kilisesi’ndeki bu koleksiyon Müze-i Hümayun (imparatorluk Müzesi) adıyla düzenlenmiştir. Müzenin başına da İngiliz E. Goold getirilmiştir. E. Goold tarafından hazırlanan koleksiyonun ikinci kataloğunun resimlerini Ermeni Limoncuyan yapmıştır. 1872 yılında Müze Müdürü Dr. Anton Deither olmuştur. 1874 yılında koleksiyon Çinili Köşk’e taşınmıştır. 1881 yılında müze müdürlüğüne Osman Hamdi Bey getirilmiştir.
Osman Hamdi Bey Lübnan'daki Sidon (Sayda) antik kentinde bulunan kral mezarlarında yürüttüğü kazı çalışmaları sonucunda, İskender Lahti’ni (lahit İskender'e ait değildir, üzerindeki bir kabartmadan dolayı bu ismi almıştır), Ağlayan Kadınlar Lahti'ni, Satrap ve Lykia (Likya) lahitlerini ve Sayda Kralı Tabnit’e ait lahti ortaya çıkarmış, bunları İstanbul'a getirerek müzenin koleksiyonunu zenginleştirmiştir.
Bugünkü Arkeoloji Müzesi’nin ana binası, Osman Hamdi Bey tarafından Mimar Alexandre Vallaury’ye yaptırılmıştır.1891 yılında ziyarete açılan
Arkeoloji Müzesi binasının yapımında mimar Vallaury, İskender Lahti ile Ağlayan Kadınlar Lahti'ni esas almıştır. Antik Yunan yapılarına benzeyen ve Klasik üslupta yapılan bina, Türkler’in hüküm sürdüğü topraklarda müze olarak inşa edilen ilk binadır ve dünyada da ilk on müze binası arasında yer almaktadır.
Osman Hamdi Bey’in yürüttüğü arkeolojik çalışmaların sonucunda oldukça zenginleşen koleksiyon için binaya bir kuzey kanadı eklenmiştir. Açılışı 1902 yılında yapılan kuzey kanadının tasarımı Mimar Vallaury’ye, yapımı da Mimar Philippe Bello’ya aittir. 1908 yılında Osman Hamdi Bey'in kardeşi Halil Ethem Bey ve Mimar Vallaury tarafından binanın güney kanadı yapılmıştır. 1891 yılında ise, ana binanın güneydoğusunda yer alan 6 katlı ve ana binayla ikinci kattan birleşen bir ek bina yapılmıştır. 1891 yılında müze ‘Asar-ı Atika Müzesi’adıyla anılmıştır. Müze 1908-1914 yıllarında hazırlanan kataloglarla dünyaya tanıtılmıştır. Osman Hamdi Bey’in 1910 yılında ölmesi üzerine, 1910-1931 yılları arasında müze müdürlüğü görevini Osman Hamdi Bey'in kardeşi Halil Ethem Bey yürütmüştür.
İskender Heykeli, Bergama'da bulunmuş İskender Başı; Kybele’ye adanmış adak stelleri, Daskyleion Steli; Truva, Aphrodisias, Assos, Menderes Manisası (Magnesia ad Meandrum), Fikirtepe, Çandarlı ve Hacılar’da yapılan kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılan buluntular, bunlar arasında Assos Athena Tapınağı’nın saçak parçaları, Menderes Manisası’ndaki ArtemisTapınağı’nın frizi; çeşitli dönemlere ait küçük taş eserler, çanak çömlekler, pişmiş topraktan heykelcikler, mühür, nişan, madalya, çok zengin bir sikke koleksiyonu ve Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait eserler sergilenmektedir. Ayrıca, Arkeoloji Müzesi’nin bünyesinde yaklaşık 70 bin kitaba sahip olan bir kütüphane bulunmaktadır.
Arkeoloji Müzesi, pazartesi günleri dışında her gün 09.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir.
1990'lı yılların başında Avrupa Konseyi Müze Ödülü'nü almıştır.
Osman Hamdi Bey (30 Aralık 1842 - 24 Şubat 1910) Sadrazam İbrahim Ethem Paşa'nın en büyük oğludur. 1856-1860 yılları arsında Maarif-i Adliye Okulu’nda okuyan Osman Hamdi Bey, 1860 yılında hukuk öğrenimi görmesi için Paris’e gönderilmiştir. Ayrıca, burada resim ve arkeoloji eğitimi almıştır. 1869 yılında Bağdat ili Yabancı işler Müdürlüğü’ne, 1871 yılında ise, Saray Protokol Müdür Yardımcılığı’na atanmıştır. 1881 yılında Müze-i Hümayun (imparatorluk Müzesi bugünkü Arkeoloji Müzesi) Müdürü, 1883 yılında ise, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin (Güzel Sanatlar Okulu) müdürü olmuş, her iki görevi de bir arada yürütmüştür. 1884 yılında kendisinin hazırlamış olduğu Asar-ı Atika Nizamnamesi çıkarılmıştır. Böylelikle eski eserlerin yurtdışına çıkarılmaları yasaklanmış, dolayısıyla eski eserler güvence altına alınmıştır. Bu dönemde H. Schliemann’ın yürüttüğü Truva kazılarına katılmıştır. Ayrıca, Nemrut Dağı ve Bergama kazılarını yönetmiştir. Lübnan’daki Sidon (Sayda) antik kentinde bulunan kral mezarlarında yürüttüğü kazı çalışmaları sonucunda, İskender Lahti’ni, Ağlayan Kadınlar Lahti'ni, Satrap ve Lykia (Likya) lahitleri ve Sayda Kralı Tabnit’e ait lahti ortaya çıkarmıştır.
1881 yılında temelini attırdığı bugünkü Arkeoloji Müzesi’nin ana binasını, 1891 yılında hizmete açmıştır. Osman Hamdi Bey bu çalışmalarının yanı sıra önemli bir ressamdır. Resimlerinde insan figürünü ön plana çıkarmasıyla ve ayrıntılardaki ince işçiliğiyle bu sanata değerli katkılarda bulunmuştur.
Eski Şark Eserleri Müzesi
İstanbul Arkeoloji Müzeleri bünyesinde, Arkeoloji Müzesi’nin karşısında bulunmaktadır.
Eminönü, Arkeoloji Müzesi’nin yanında bulunmaktadır. Osman Hamdi Bey tarafından Güzel Sanatlar Akademisi olarak inşa edilen bina, 1917 yılında Halil Ethem Bey tarafından müze olarak düzenlenerek ziyarete açılmıştır. Müze 1963 ile 1973 yıllarında onarılmıştır. Müzenin Mezopotamya bölümünde, Mezopotamya’daki kazılarda çıkarılan Sümer, Asur, Babil ve Akad kültürlerine ait çok sayıda buluntu; Mısır bölümünde, Mısır’ın eski tarihine ışık tutan eserler; Anadolu bölümünde, özellikle Hattuşa, Zincirli ve Karkamış kazılarında bulunan son derece zengin eserler; Arap Yapıtları bölümünde ise, İslamiyet öncesi Arap yapıtları sergilenmektedir. Sergilenen eserler arasında, Asur Kralı Salmanasar ll’nin heykeli, Hitit Kralı Tuthaliya ll’nin kanatlı sfenks heykeli, mızraklı askerlerin betimlendiği Asur kabartmaları, Sümer Kralı Gudea’nın heykeli ve bir Mısır mumyası özellikle değerlidir. Bunlara ek olarak, Hammurabi yasalarının bir kopyası da bulunmaktadır.
Eski Şark Eserleri Müzesi, pazartesi günleri dışında her gün 09.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir.
Çinili Köşk Müzesi
Topkapı Sarayı ile Gülhane Parkı arasında, Arkeoloji Müzesi’nin karşısında bulunmaktadır.
Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) tarafından 1472 yılında Mimar Atik Sinan’a yaptırılmıştır. Topkapı Sarayı’nın ilk binasıdır. Çinileriyle ünlü olan bu iki katlı yapının ön yüzünde on dört mermer sütunlu bir revak bulunmaktadır. Orta bölümde tonozlara oturtulmuş bir ana kubbe ve bu ana kubbenin yanında yine kubbeli bölümler vardır. 1750 yılında çıkan bir yangında hasar görmüş ve birçok kez onarılmıştır. Yapının içi beyaz, kahverengi, lacivert, firuze çinilerle süslenmiştir. Müzede Selçuklu ve Osmanlı dönemi çeşitli çinilerle Fatih Sultan Mehmed’e ait eşyalar sergilenmektedir.
Çinli Köşk Müzesi, pazartesi günü dışında her gün 09.00-17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir.
Topkapı Sarayı Müzesi
Eminönü, Sarayburnu’nda bulunan Osmanlı hanedanlık sarayı.
Eminönü, Sarayburnu’nda bulunmaktadır. İstanbul’un fethinden bir süre sonra İstanbul'a yerleşen Fatih Sultan Mehmed (1451-1481), ilk olarak bugünkü İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu yere inşa edilmiş olan Eski Saray’da (Saray-ı Atik) ikamet etmiştir. Eski Saray’dan 1478 yılında ilk bölümleri yaptırılmış olan Yeni Saray’a (Saray-ı Cedid) taşınmıştır. Surlarla çevrelenmiş olan
Topkapı Sarayı çeşitli zamanlarda yapılmış ek binalardan oluşan bir yapılar topluluğudur. Bu ek binalar birbirine bağlanan 4 avlu üzerine belirli bir plan doğrultusunda serbestçe yapılmıştır. Topkapı Sarayı 19. yüzyıla kadar padişahların ikamet ettiği, devlet işlerinin görüldüğü, Divan-ı Hümayun’un toplandığı, hazinenin ve devlet arşivlerinin bulunduğu bir saraydır. Kısacası, üç kıtada hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun hem kalbi hem de beynidir. Topkapı Sarayı’na çeşitli dönemlerde eklenen yapılar, Osmanlı Devlet teşkilatlanmasının ve Osmanlı sanatının aldığı yönleri ortaya koymaktadır. Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırana kadar işlerliğini korumuş olan Topkapı Sarayı, o dönemin uluslararası protokolünün gereklerine yanıt veremediği için, padişahlar tarafından terk edilmiştir. Fakat padişahların Dolmabahçe Sarayı’na taşınmasından sonra, burada yaşam devam etmiş ve birçok imparatorluk adeti bu sarayda yerine getirilmiştir. Cumhuriyet'e kadar da saray müzeye dönüştürülmediği halde, sarayın bünyesindeki bazı eski eserler önde gelen yabancıların ziyaretine açılmıştır.
Bu sarayın Topkapı ismini alması, sarayın bölümlerinden Sahil Sarayı'nın bulunduğu alandaki kuleli bir kapıdan ve bu kapının önünde yer alan toplardan ileri gelmektedir.Topkapı Sarayı’nın bazı bölümleri Atatürk’ün isteği üzerine, müze olarak düzenlenmiş ve 9 Ekim 1924 tarihinde ziyarete açılmıştır. Bundan sonra da saray birçok kez onarım görmüştür. Birbirine bağlanan 4 avlu üzerine kurulmuş saray bahçeleriyle birlikte, yaklaşık olarak 700 bin m2 lik bir alana yayılmışken, günümüzde bu alan 80 bin m2 dir.
Birinci Avlu
Sarayın birinci avlusunun bulunduğu alana giriş, Bab-ı Hümayun’dan, yani Saltanat Kapısı ya da imparatorluk Kapısı adı verilen kapıdan gerçekleşmektedir. Bu kapının üzerinde Ali Bin Yahya Sofi tarafından yazılmış 1478 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Ayrıca, kapıda bulunan Sultan II. Mahmud (1808-1839) ve Sultan Abdülaziz’in (1861-1876) tuğraları, yapının bu padişahların dönemlerinde onarıldığını göstermektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde halkın bazı önemli günlerde girebildiği ve devletin önde gelenlerinin atlarıyla girebildikleri bu avluda bugün, girişin sol tarafında Aya irini Müzesi, aynı yönde daha ileride Topkapı Sarayı’nın ilk yapısı olan Çinili Köşk, onun karşısında ise, Osman Hamdi Bey tarafından yaptırılan Arkeoloji Müzesi yer almaktadır.
Bu avluda bulunan birçok yapı günümüze ulaşamamıştır. Ulaşanların çoğu da genellikle değişikliğe uğramıştır.İkinci Avlu
İkinci Avlu’ya ilk dönemlerde Orta Kapı adı verilen, 18. yüzyıldan sonra ise, Bab-üs Selam adını alan kapıdan girilmektedir. Kapının her iki yanında koni şeklindeki külahlarla örtülü birer kubbe bulunmaktadır. Kapının üzerindeki Sultan III. Mustafa (1757-1774) ve Sultan II. Mahmud’a (1808-1839) ait tuğralardan, kapının bu dönemlerde onarıldığı anlaşılmaktadır. Bugünkü Topkapı Sarayı Müzesi’nin girişidir. Padişahların dışında hiç kimsenin at üzerinde giremediği ikinci Avlu, içinde bulundurduğu bölümlerden dolayı imparatorluk yönetiminin merkezidir. Divan Meydanı ve Adalet Meydanı adlarıyla da anılmış olan avlunun sol tarafında Topkapı Sarayı’nın tek kulesi olan Adalet Kulesi bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1481) Adalet Kasrı kule biçiminde yaptırılmıştır. Birçok kez onarım gören kule, Sultan II. Mahmud (1808-1839) tarafından 1819-1820 yıllarında onartılmış boyu yükseltilmiştir. Günümüze gelen külahlı şekli ise, Sultan Abdülaziz döneminden (1861-1876) kalmadır. Üzerinden bütün İstanbul'un izlenebildiği kule, ‘Adalet’in her şeyin üzerinde yer aldığına vurgu yapmaktadır. Harem bölümünden girilebilen Adalet Kulesi’nin önünde, Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) Mimarbaşı Alaüddin tarafından yapılan üç kubbeli ve revaklı Divan-ı Hümayun bulunmaktadır. Divan-ı Hümayun Kalemi ve Defterhane, Divan-ı Hümayun’a bağlı diğer mekanlardır. Toplantıları cumartesi, pazar, pazartesi ve salı günleri geçekleştirilen Divan-ı Hümayun’un ana toplantı mekanı Kubbealtı'dır.
Birbirleriyle bitişik olan Kubbealtı ile Adalet Kulesi'nin duvarının yüksek bir bölümündeki, perde ve demir parmaklıklarla örtülü pencereden, padişahlar Divan-ı Hümayun toplantılarını izlemiştir. 18. yüzyılın sonlarına kadar, yani devlet işlerinin karara bağlandığı toplantıların Bab-ı Ali’ye (Sadrazam Sarayı) taşınmasından önce, Kubbealtı’nda yapılan Divan-ı Hümayun toplantılarına sadrazam ve Topkapı Sarayı Müzesi vezirler ile Anadolu ve Rumeli kazaskerleri katılmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) yapılan ve vergilerin saklandığı Dış Hazine Binası, Kubbealtı’nın yanındaki sekiz kubbeli yapıdır. Padişahların mührü ile mühürlenen bu hâzineden Yeniçerilere üç ayda bir ulufe dağıtılmıştır. Bugünkü Topkapı Sarayı Müzesi’nde bu bölüm, padişahlara ve ordu mensuplarına ait çeşitli dönemlerden kalma silahların ve zırhların sergi alanı olarak kullanılmaktadır, ikinci Avlu’nun sağ tarafında, yani Marmara Denizi tarafında avlunun revaklarının arkasındaki üç girişli mutfaklar yer almaktadır. Bu mutfaklarda padişah, Enderun, saray ahalisi ve saray dışı (fakirler) için yemekler yapılmıştır. Mutfakların bazı bölümleri müze olarak düzenlendikten sonra, bu bölümlerin birinde, saraya ait zengin Çin ve Japon porselen koleksiyonunun bir parçası ve çeşitli mutfak eşyaları sergilenmektedir. Diğer bir bölümü Müze Saray Arşivi olarak kullanılmakta, başka bir bölümünde ise İstanbul yapımı porselenler ve cam ürünleri sergilenmektedir. Mutfakların hiç değiştirilmemiş bölümleri de bulunmaktadır.
ikinci Avlu ile Üçüncü Avlu arasındaki geçişi sağlayan kapı Bab-üs Saade’dir. Bu kapı padişahları temsil etmektedir. İkinci Avluda yapılan devlet törenlerinde imparatorluk tahtı bu kapının önüne konmuştur. Taht buraya yalnızca devlet törenlerinde değil, yeniçeriler ayaklandıklarında padişah tarafından kullarının isteklerinin dinlenmesi için de konulmuştur. Cülus, bayramlaşma ve cenaze törenleri de ikinci Avlu’da yapılmıştır.
Arz Kapısı ve Akağalar Kapısı adlarıyla da anılan Bab-üs Saade, sarayın iç ve dış bölümlerini belirleyen bir sınırdır. Ak Hadım Ağalar tarafından kontrol edilen bu kapı kapalı tutulmuş ve izni olmayan hiç kimsenin içeri girmesine izin verilmemiştir.Üçüncü Avlu
Bab-üs Saade’den padişahların resmi kabul salonu olan ve Arz Divanhanesi adıyla da anılan Arz Odası'na girilmektedir. Padişahlar yabancı elçileri, sefere çıkmakta olan komutanları bu bölümde kabul etmiş, ayrıca yine bu bölümde pazar ve salı günleri (Arz Günleri) Divan-ı Hümayun üyeleriyle toplantı yapmışlardır. Bab-üs Saade'nin sağında ve solunda Enderun Teşkilatı’na ait koğuşlar bulunmaktadır. Enderun Teşkilatı kendi usulleri olan bir okuldur. Devşirme sistemiyle alınan çocukların çok disiplinli bir eğitimden geçtikleri, yetenekleri ve gösterdikleri başarıya göre meslek sahibi oldukları bir teşkilattır. Kimi devşirmeler saray işlerine alınmış, kimleri mimar, el sanatçısı, kimileri yeniçeri, komutan, kimileri de devlet adamı, sadrazam olmuştur. Hem fiziksel hem de zihinsel yeteneklerine göre seçilen çocukların öğrenim gördüğü Enderun Teşkilatı, aristokrasi sınıfına sahip olmayan bir imparatorluk için çok önemli bir kurumdur. Enderun’un bulunduğu Üçüncü Avlu, Enderun Avlusu adıyla da anılmıştır.
Avlunun girişinin sağ tarafında, Sultan IV. Murad (1623-1640) tarafından kurulan Seferli Koğuşu vardır. Sultan III. Ahmed (1703-1730) tarafından yenilenen yapıda, Doğu Roma imparatorluğu’ndan kalma yeşil sütunlar bulunmaktadır. Padişahların çamaşırlarının yıkandığı Seferli Koğuşu’nda bugün, padişahlara ait elbiseler ve kumaştan yapılmış eşyalar sergilenmektedir. Padişah Giysileri Sergisi adıyla anılan bu serginin yanında, Topkapı Sarayı'nın ilk yapılarından, Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) tarafından yaptırılan Marmara Denizi manzaralı Fatih Kasrı yer almaktadır. Fatih Sultan Mehmed’den sonra hazine olarak kullanılan kasırda bugün, Saray Hâzinesi Koleksiyonu sergilenmektedir. Bunlar arasında çeşitli motiflerle ve kıymetli taşlarla süslenmiş Bayramlaşma-Cülus, itfariyye, Sefer ve Nadir Şah tahtları, Topkapı Hançeri, Kaşıkçı Elması, askılar ve sorguçlar sayılabilir.
Fatih Kasrı’nın karşısında padişahların özel ikametgahı olan Hasoda bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılan iki katlı yapının girişinin sağ tarafında bulunan ilk oda, padişahların Enderun’un arz ağalarıyla görüşmeler yaptığı Arzhane’dir. Köşede ise, Saltanat Tahtı’nın yer aldığı çinileriyle ünlü Hasoda yer almaktadır. Arzhane’de Kur’an-ı Kerim okunmakta ve Kabe’den gelen kutsal eşyalar ile Hz. Muhammed’e ait bazı kutsal eşyalar sergilenmektedir. Hasoda’da ise, Hz.Muhammed’in hırkası (Hırka-ı Saadet), kılıçları, rölikleri, Sanoak-ı Şerif, ilk halifelerin kılıçları gibi çeşitli kutsal eşyalar sergilenmektedir. Burası Topkapı Sarayı'nın Kutsal Emanetler Bölümü’dür. Kutsal Emanetler Bölümü’nün yanında, avlunun girişinin solunda Ağalar Camisi bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1481) yapıldığı sanılan camide, padişahlar ve Enderun ağaları ibadet etmiştir. Günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’nin kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.
Kütüphanede padişahlara ait el yazmaları ile aynı derecede değerli diğer el yazmaları bulunmaktadır. Üçüncü Avlu’nun ortasında bulunan Havuz Kasrı 18. yüzyılın başlarında yıkılmıştır. Kasrın yerine, 1719 yılında mermerden III. Ahmed Kütüphanesi yapılmıştır. Avlunun girişinin karşı tarafında bulunan Kilerli Koğuşu günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü olarak kullanılmaktadır.
Dördüncü Avlu
Hasoda’nın revaklı bölümünden Mermer Sofa adıyla da anılan Sofa-i Hümayun'a çıkılmaktadır. Burası Topkapı Sarayı’nın dördüncü avlusudur. Harem ve Hasoda gibi padişah ve yakın çevresiyle ilgili olan bu avluda, Sünnet Odası, iftariye Kasrı, Bağdad Kasrı, Revan Kasrı, Mecidiye Kasrı gibi yapılar bulunmaktadır.
Avlunun Haliç’e bakan sol tarafındaki ilk kasır Sünnet Odası'dır. Bu yapının Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) yapıldığı sanılmaktadır. Sultan I. İbrahim döneminde (1640-1648) ise, günümüzdeki şeklini almıştır. Sünnet Odası adını alması Sultan III. Ahmed’in (1703-1730) şehzadelerinin sünnetlerinin bu kasırda yapılmasından ileri gelmektedir. Sünnet Odası’nın hemen yanında iftariye Kasrı yer almaktadır. Sultan I. İbrahim tarafından yaptırılan kasrın muhteşem bir Haliç manzarası vardır. Padişahın iftar vaktini burada beklemesi ve orucunu burada açmasından dolayı kasır iftariye adını almıştır. İftariye Kasrı’nın yanında ise, Bağdad Kasrı bulunmaktadır. Sultan IV. Murad’ın (1623-1640) 1639 yılındaki Bağdad Fethi anısına yaptırttığı Bağdad Kasrı, Boğaziçi ve Haliç manzaralı, dört eyvanlı sekiz köşeli bir kasırdır. Sarayın en güzel kasırlarından biri olan Bağdad Kasrı’nın iç bölümü ve dış bölünün üst kısımları zengin işlemeli çinilerle kaplanmıştır.
Sultan IV. Murad’ın 1636 yılındaki Revan Fethi anısına yaptırttığı kasır ise, üç eyvanlı sekiz köşeli Revan Kasrı’dır. iç ve dış duvarları zengin işlemeli çinilerle kaplanmış olan kasır, Fatih Sultan Mehmed döneminden kalan havuzun küçültülmesiyle inşa edilebilmiştir. Padişahların Dolmabahçe Sarayı’nda oturdukları bir dönemde, Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından yaptırılan kasır ise Mecidiye Kasrı’dır. Avlunun Marmara Denizi’ne bakan tarafına yaptırılan Mecidiye Kasrı’nın altında bulunan restoran müze ziyaretçilerine hizmet vermektedir.
Harem
Bab-üs Saade ile belirlenen sınır Harem için de geçerlidir. Harem yapı olarak birçok değişikliklere uğramış, 1665 yılında yapının neredeyse tamamı yanmış, daha sonra yenilenmiş ve zamanla da inşa edilen ek yapılarla genişletilmiştir. Sarayın belki de en çok merak edilen bölümü olan Harem, girişlerin kapılarla birbirine bağlandığı ve bu girişlerin etrafında odaların, kasırların, koğuşların bulunduğu; padişahların annelerinin, şehzade ve sultanların, cariyelerin ve harem ağalarının yaşadığı bölümdür.
Bir teşkilat olarak ise Harem, Enderun'un kadınlar için olan biçimidir. Saray kuralları gibi Harem kuralları da çok sıkı bir şekilde uygulanmıştır. Harem’e cariye olarak alınan 5-16 yaş arasındaki genç kızlar ve kimi durumlarda belirli işler için alınan genç kızlığı biraz aşmış kadınlar, öncelikle burada iyi bir eğitime tabi tutulmuştur. Enderun’daki gibi Müslümanlık ve Türkçe öğretilmiş, sonra da çeşitli hizmetler için eğitilmişlerdir. Padişahlara sunulan cariyelerin yanında bir kısım cariye, Enderun’dakilerle baş göz edilmiştir. Şarkı söyleme, raks etme, dikiş nakış, kiler, sofra, çamaşır gibi çeşitli alanlarda hizmet etmeleri için eğitilen cariyelerden padişaha yaklaşanlar Gözde, padişahın ilgisini kazanan ya da çocuk doğuranlar da Haseki adıyla anılmıştır. Bunlar arasında gözde olanlara Hünkâr Hasekisi, çocuklu Hünkâr Hasekiler’e de Haseki Sultan denmiştir. Erkek çocuk doğuran Haseki sultanların en gözdeleri de Kadınefendi adıyla anılmıştır. Haremde gücü ellerinde bulunduranlar Valide Sultanlar (padişahların anneleri) olmuştur. Valide Sultanlardan sonra da Kadınefendiler gelmiştir. Günümüzde Harem’in ancak belli bölümleri ziyaret edilebilmektedir.
Topkapı Sarayı’nda bulunan fakat günümüze ulaşamayan bölümlerin başlıcaları Sahil Sarayı, İncirli Kasrı, Balıkhane Kasrı, Hasanpaşa Kasrı, Yalı Kasrı ve Bostancıbaşı Kasrı'dır. 1924 yılında Atatürk’ün isteği üzerine Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararla, Topkapı Sarayı müze olarak düzenlenmiştir, II. Dünya Savaşı sırasında sarayda bulunan eserler ve eşyalar Niğde’ye, kitaplar ise Çankırı’ya götürülerek koruma altına alınmıştır.
Topkapı Sarayı Müzesi, salı günleri dışında her gün 09.00-19.00 saatleri arasında, Harem ise ayrı bir biletle gruplar halinde 09.30-15.30 saatleri arasında ziyaret edilebilmektedir.
Sultanahmet Nerede, Nasıl Gidilir?
İstanbul'un Avrupa Yakasında bulunan ve Fatih ilçesine bağlı 57 mahalleden biri olan
Sultanahmet, tarihi yarımadanın en uç noktasında yer alır.
Aşağıdaki haritayı kullanarak navigasyon cihazlarınız ile Sultanahmet'e ulaşabilirsiniz.